Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 tarihinde başladı ve 30 Ağustos günü işgal kuvvetlerinin kesin olarak mağlup olmasıyla sona erdi. Anadolu'yu aralarında bölüşen dünyanın en kuvvetli ülkeleri bütün mücadele gücü elinden alınmış bir ülkeden beklemediği bir direnişle bu topraklardan atıldı. 30 Ağustos'un ne anlama geldiğini Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere askerlerimizin fedakarlıklarını, şehitlerimizi, halkımızın hangi şartlar altında silkelenerek ayağa kalktığını hepimiz biliyoruz. Peki Kurtuluş Savaşı bitti mi? Bu ülkeler Anadolu'ya neden saldırmıştı? Bugün yaşadıklarımızı doğru anlamamız için bu sorulara doğru cevap vermemiz gerekiyor. Niye saldırdılar sorusunun cevabı aslında inanmak istediğimizden çok daha basit; para. Daha çok kaynak, daha büyük pazar, daha çok petrol ve daha çok kar. Anadolu'nun işgalinin, paylaşılmasının temel sebebi para. Emperyalist ülkelerin temel amacı Anadolu'da kendilerine kaynaklarını sömürecekleri sömürgeler kurmaktı. Denediler başaramadılar ama ne yazık ki vazgeçmediler.
Kurtuluş Savaşı'ndaki düşman hala aynı sadece şekil değiştirdi. O zaman da ülkemizi, insanımızı, kaynaklarımızı, toprağımızı, suyumuzu, madenlerimizi ele geçirmek istiyordu şimdi de ele geçirmek istiyor. Aradaki en büyük fark o zaman top tüfek kullanırken şimdi medyayı kullanıyor, kanunları kullanıyor, asker yerine profesyonel uzmanları kullanıyor. Bütün fabrikalarımız, madenlerimiz, tarım sektörümüz, ormanlarımız, suyumuz işgal altında. İşgal edenler farklı ama aynı şeyi istiyorlar; daha çok para, daha çok kaynak, daha çok köle.
Aslında bir savaş hala var ama düşmanın en büyük marifeti savaş yokmuş gibi göstermek. Dünyanın en önemli uygarlık merkezi Anadolu yok ediliyor, ormanlarımız kesiliyor, suyumuz hapsediliyor, madenlerimiz çalınıyor belki de en vahimi insanımız köleleştiriliyor. Dünyanın en verimli, en zengin topraklarında yaşayan insanımız üç kuruşa madenlerde, hizmet sektöründe, inşaatlarda taşeron olarak çalıştırılıyor. Kendine ait, bu toprağa ait, zenginliklerden yararlanmak yerine bunların birilerinin cebine girmesi için çalıştırılıyor. Bu topraklarda hepimize yetecek yiyecek üretilirken çocuklarımız aç yatıyor. Bu topraklarda herkesi ısıtacak kadar battaniye üretilirken insanımız soğuktan titriyor, çocuklarımız soğuktan donuyor. Bu topraklarda su fışkırırken temiz suya erişemeyen insanımız var. Toprağın altından çıkan madenler hepimizin insan gibi yaşamasına yetecekken insanlarımız üç kuruş için madenlerde ölüyor. Her köye okul yapabilecekken çocuklarımız sıcak soğuk demeden okullarına saatlerce yürüyerek ulaşıyor. Bir kesim milyon liralık arabalara binerken diğer yanımızda ölen çocuğunu sırtında çuvalla taşıyan babalar var. Bir yanımız sosyal güvencesi olmadan ölene kadar çalışırken bir yanımız onların bir aylık maaşlarını bahşiş olarak veriyor. Belki de en kötüsü yeni düşman yeni silahlarıyla hepimizi bunun normal olduğuna inandırıyor. Madene gidiyorsan ölmen normal, tersanede çalışıyorsan ölmen normal, hayatın boyunca çalışsan da çocuğuna iyi bir yaşam bırakamaman normal, doğamızın yok edilmesi normal, çocuklarımızın sokaklarda öldürülmesi normal.
30 Ağustos'ta kazandık ama savaş hala devam ediyor. Karşımızda elle tutabileceğimiz bir düşman yok, her tarafımız sarılmış en kötüsü bunun normal olduğunu düşünüyoruz, yapay gündemlerle meşgul ediliyoruz. Safları sıklaştırmamız gerekiyor. Etnik kökenimizi, işimizi, yaşadığımız mahalleyi, tuttuğumuz takımı, cinsel tercihimizi, giysilerimizi kullanarak bizi bölüyorlar, birbirimize yabancılaştırıyorlar, birbirimize düşman ediyorlar. Ama her şeye rağmen birbirimizi sevmemiz, birbirimize sahip çıkmamız gerekiyor, her şeye rağmen daha çok çalışmamız, daha iyi örgütlenmemiz, sesimizi daha çok çıkarmamız gerekiyor. Bunu sadece birbirimize değil çocuklarımıza, bu ülkenin daha iyi bir yer olması için canını verenlere borçluyuz. Başka bir Türkiye, daha iyi bir Türkiye mümkün. Bütün zorluklara ve yokluklara rağmen 30 Ağustos zaferini kazanan bu memleketin evlatlarıdır. Biz varolduğumuz, omuz omuza durduğumuz sürece yeni zaferleri de kazanmamız yakındır.
Tunç SOYER